Dünya’nın 4,5 milyar yaşında olduğu ve en eski taş aletlerin, MÖ 2,5 milyon yıl öncesine dayandığı bilinmektedir. Paleolitik çağ, organize toplumsal yapıların var olduğunun bilindiği insanın gelişiminin en erken aşamasıdır. Bu sosyal yapılar, avlanarak ve yiyecek toplayarak hayatta kalan gruplarda yaşayan insanlardan oluşmaktaydı.
Yaklaşık 230.000 yıl öncesine dayanan ateşin kullanıldığına ve bu dönemde taş aletler, mücevherler, mağara resimleri ve dini sembollerin giderek artan karmaşıklığı olduğuna dair kanıtlar mevcuttur. MÖ 11.000-8000’de son Buz Devri’nin geri çekilen buzullarının ardından tüm büyük kara kütlelerine insanların yayıldığı tahmin edilmektedir.
Avlanma, balıkçılık ve toplayıcı yaşam biçimlerinden tarıma geçiş, önce hayvanların evcilleştirilmesi ve ardından buğday, arpa, mısır, kök mahsuller ve sebzelerin yetiştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Yiyecek saklama ve pişirme, çömlekçilik, sepet dokuma, fırınlar, ticaret ve diğer becerilerle ilişkili kazanımlar, gelişmiş hayatta kalma tekniklerine ve dünya çapında yavaş yavaş nüfus artışına yol açmıştır.
Nüfus artışına ve coğrafi genişlemeye izin veren, değişen çevresel koşullara ve tehlikelere uyum sağlamak için ortak yerleşim yeri gerekli hale gelmiştir. İnsan biyolojik, teknolojik ve sosyal evriminin her aşamasında, çevre ve yaşam kalıplarıyla ilişkili hastalıklarla bir arada yaşamıştır. Hastalıklar için şifalı ve mistik tedaviler aranmış, salgınları, kıtlıkları ve felaketleri önlemek için doğaüstü yollara başvurulmuştur. İnsanlık evrim geçirdikçe beslenme ve bulaşıcı hastalıklara maruz kalma durumları da değişmiştir. Sosyal organizasyon ile insanların beciri ve yetkinliklerinde gelişmeler ortaya çıkmıştır.
İnsan toplumunun çevreye adaptasyonu, günümüze kadar sağlıkta merkezi bir mesele olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bu, çevre ile uyum ve denge konusunda göz korkutucu yeni zorluklarla karşı karşıya olan, halk sağlığının gelişiminde tekrarlayan bir temadır.
Antik Yunanistan’da, kişisel hijyen, beslenme, fiziksel uygunluk ve toplum sağlığı açısından sağlıklı yaşam alışkanlıklarına büyük önem verilmiştir. Hipokrat, klinik gözlem ve belgeleme yöntemlerini ve tıbbi uygulama etik kurallarını ifade etmiştir. 19. yüzyıla kadar epidemiyolojik düşünceye hakim olan doğal çevre (hava, su ve yerler) ile hastalık kalıpları arasındaki ilişkiyi dile getirmiştir. Sağlığın korunması bir güç dengesi olarak görülmüş, egzersiz ve dinlenme, beslenme ve boşaltım, sağlık ihtiyaçlarında yaş ve cinsiyet değişkenlerinin önemini kabul etmiştir. Hastalık doğal bir nedensellik olarak görülmüş, şehir devletinin yoksullar ve köleler için ücretsiz tıbbi hizmetler sağlamasıyla tıbbi bakıma değer verilmiştir. Şehir yetkilileri, düzenli sıhhi ve halk sağlığı hizmetleri sağlamak, kanalizasyon ve su temini ile ilgilenmek üzere görevlendirilmişlerdir.
Hipokrat, tıbba günümüze kadar hem bilimsel hem de etik bir ruh vermiştir. Antik Roma, sağlık meseleleriyle ilgili Yunan felsefesinin ve deneyiminin çoğunu, halk sağlığının gelişiminde yüksek düzeyde başarı ve yeniliklerle benimsemiştir. Romalılar su temini mühendisliği, kanalizasyon ve drenaj sistemleri, hamamlar ve tuvaletler, şehir planlaması, askeri kampların temizliği ve tıbbi bakım konularında son derece başarılı örnekler oluşturmuştur.
Kaynak: Halk Sağlığı kitabı – Prof.Dr. Eray YURTSEVEN